30 Kasım 2023 Perşembe

17 - Maun Suresi

Gördün mü o dini inkar edeni.” diyerek başlıyor. Refleks olarak “evet, aynaya bakıyorum sık sık.” diyesim geliyor. Sonra okumaya devam edince konunun benle alakası olmadığını anlıyorum. Çünkü gördün mü diye sorduğu inkarcı / yalancı çıkaran, ben değilim.

Şöyle biriymiş o;

Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı özendirmeyen, riyaya sapan / ibadeti ile gösteriş yapan, yardıma/iyiliğe engel olan.

Bu özelliklerin hiçbirini barındırmıyorum.

Şimdi reklamlar;

Yetimi itip kakmışlığım yoktur. Aslına bakarsanız burada yetimle anlatılan zayıf olan olabilir. Onu da itip kakmam. Ben de öyle çok güçlü biri değilim ama elimden geldiğince zayıfı korumaya çalışırım.

Yoksula doyurmayı özendiriyor muyum? Eh ben de öyle çok zengin değilim. Elimden geldiğince bağış yaparım. Gariptir, bağış yaptığım aylar sanki param daha bir bereketli olur.

Riya var mı? Yok, en azından ibadet konusunda. Etmiyorum çünkü. Yani klasik anlamda ibadet olarak görülen namazı kılmıyor, orucu tutmuyorum. Bunun dışında geniş anlamda yaptığım hiçbir şeyi aslında gizli bir ajandayla, göründüğünden faklı amaçlarla yapmıyorum.

Orta okula giderken namaz kılardım ama oldukça gizli gizli. Pek bilen yoktu. Sonradan söylediğimde de inanan pek olmadı. Demek istediğim, klasik anlamda ibadet ederken de, bunu gösteriş için yapmıyordum. Hatta yapamıyordum.

Herhangi bir iyiliğe engel olduğumu hiç hatırlamıyorum. İyilik meleği değilim ama kendimce insanları teşvik bile ediyorum.

Reklamı şu yüzden yaptım, burada hedef ben değilim. İnanmayanlar değil. İnananlar! En önde koşanları. Namazında niyazında olanlar. Çünkü 4. ayette “lanet olsun o namaz kılanlara ki,” deniyor.

Bu özellikleri taşıyıp sonra da namaz kılıyorsanız size lanet olsun. Durun ve düşünün, bugün ben müslümanım diyenlerin çoğunluğu bu lanetin hedefi durumundalar. Onlar namazlarında da gaflet içindeler.

Nasıl oluyor? İslam’ın temel ibadetini yerine getirip de bu kötü özellikleri hala nasıl taşıyorlar? Hani ibadet insanı temizlerdi?

Aslında soruya cevap da surede var. Onlar namazlarında gaflet içerisinde! Bu öyle bir gaflet ki, ne yaptıklarının bile farkında değiller. Namazı doğru kılmıyorlar.

Ellerini şöyle koy, yat kalk, rüku et, secdeye var, tüm bunları yaparken anlamadığın bir dilde tekerleme söyler gibi mırıldan, bunu günde beş vakitte şu kadar sayıda yap, bitti! Sanki bana ayrobik yapıyor dangalak! Allah’ın senden istediği bu olabilir mi ya? Evreni falan yaratmış bir yaratıcıdan bahsediyoruz. Gücü her şeye yetiyor. Senden bunları istiyor olabilir mi gerçekten! Ne anlamı var bu hareketlerin evrenler yaratan yaratıcı için? Herhangi bir şeyin ona ne faydası olabilir? Kulluğunu mu gösteriyorsun? Hayatınla göstereceksin onu, ibadetlerden biriyle, ikisiyle değil.

Namazda da sana faydalı olanı yapacaksın. O da Allah’ı anmaktır. Gün içinde adını tespih edeceksin, elin, aklın kalbin kötüye meylettiğinde o adı anmalar aklına gelecek, uzak duracaksın. Boş işlerle uğraşmayacak, kendine ve çevrene sonra da tüm insanlığa faydalı işler üretmeye çalışacaksın. Namaz budur! Namaz sana böyle fayda sağlar. Aksi halde namazında gaflet içerisindesin.

Ve bunları kimse söylemiyor! En modern, en takdir ettiğim dini bilgisi yüksek kişiler bile namazın şeklinde gaflet içinde namaz kılanlar ile hemfikirler. Şekli böyleymiş! Değil! Bu peygamber Arap toplumuna değil de, Hint toplumuna gelseydi ommm diye diye namaz kılacaktınız. İbadetlerin şeklini dönemin Arap toplumunun örfüne göre düzenlemişler. Orada kalmanın bir anlamı yok! Namaz bu, şekil değil! Secde alnını seccadeye koymak değil. Allah karşısında şükran içinde ve küçüklüğünün farkında olarak boyun eğmek! Secde namaz da değil, hayatı nasıl yaşadığındadır. Neler yapmaman gerektiğini de sure içinde söyledi zaten.

Oruç da aç kalmak değil! Ona sonra geliriz.

Başka bir şey daha var, bu sure indiğinde Muhammet’e inananlar iktidarda değil. Hatta avlanan pozisyonundalar. Yani namazında gaflette olanlar onlar olamaz. İktidardaki Mekke ahalisi de namaz kılıyor. Şeklen kılıyor. O şeklen kılmak imanı, insanı kurtarsaydı, onları kurtarırdı.

Ya biliyorum, tüm bunlar da boşuna. Bir Allah falan yok. Keşke olsa. Keşke şu yolun ortasında bir anda namaza duranları yakarken bize de izletse. Keşke “Allah” deyip orayı burayı taşlayan Saruman kılıklı cübbelilerin, cehennem de şok olmuş suratlarını bize gösterse...

27 Kasım 2023 Pazartesi

16 - Tekasür Suresi

Sekiz ayetlik kısa surelerden bir tanesi. Çokluk yarışı oyalamış durmuş birilerini. Ziyaret edip kabileri saymışlar. Demek ki çokluk yarışı malda değil de, kalabalık olmak üzerine.

Anladığım kadarıyla birileri, “Yahu bu Muhammet haklı olsa, ona inanan daha fazla olurdu. Bak ne kadar da azlar. Oysa sayımız onlardan fazla, ölülerimizin sayıları da onlardan fazla. Demek ki biz haklıyız.” demiş.


Başka bir ihtimal, Muhammet gerçekten elçi olduğunu ispatlamak için, ölülerin sayısı ile ilgili bir şeyler dedi. Birileri de mezarlara gidip onun dediğini yalan çıkardı. Sonra da bu ayetlerle iş toparlanmaya çalışıldı!

Açıp bir ilmihale falan baksam, kesin sure indiğinde oradaymış gibi anlatılıyordur ama hiç kafamı onlarla bulandıraman. Her ne olduysa, her neyin üzerine bu ayetler indiyse, artık hayata bir etkisi yok.

Hayata etki edebilecek bir anlam arayacaksak, o da şudur: Bir işin/oluşun doğruluğunu “bu doğrudur” diyenlerin niceliği belirlemez. İşin/oluşun kendi niteliği belirler.

Hayır, iş bildikleri gibi değil!miş. Bu cümle üç kere tekrar ediyor.

Ne olurdu şaşamaz ve aldanmaz bir bilgiyle bilseydiniz diyor. Bence harika olurdu. Çok da zor değildi. Peygambere vahiy geldiği gün, gök yüzüne dağılmayan ve şekli değişmeyen bulutlarla, Kelime-i Şahadet falan yazılsa, şaşamaz ve aldanmaz bir bilgiyle bilirdik. Gerçi o zaman böyle bir olay olsa, buna büyücülük derlerdi. Dün olsa, Haarp derlerdi, bugün olsa 5G teknolojisi ile yapıyorlar, derler. Cahile yine şaşmaz ve aldanmaz bir bilgiyle bil’diremezdi ama benim gibi birkaç kişi ikna olurdu.

Aslında burada bahsedilen Allah bilgisi de olmayabilir. Doğruyu bilmekten, hayatı doğru yaşamaktan bahsediyor olabilir. Yolunu şaşırmadan, aldanmadan. İşte onu bilmemiz mümkün gözükmüyor. Bugün doğru olan şey, yarın yanlış olabiliyor. Burada doğru olan, orada çok yanlış olabiliyor. Doğruya ulaşmak için bin dört yüz yıl önce inmiş ayetleri rehber edinmeye .alışırsak yaya kalırız. Dünya o dünya değil, biz de aynı inanlar değiliz.

Biliyor musunuz? Gerçekten haklı olabilir. İş muhtemelen bildiğimiz gibi değil! Eğer yaratıcısı olan, bir amacı, anlamı olan bir evrende olsaydık, iş muhtemelen bu kadar berbat olmazdı. Dünya her dönemde bu kadar acının yaşandığı bir yer olmazdı. İnanç özelinde az sayıda da olsa “doğru” insan olur ve arayanlar için onların yolu açık olurdu. Böyle her yol kanalizasyona çıkmazdı.

Yakında bileceksiniz de diyor, üçüncü ve dördüncü ayetlerde. O yakın, ölümden bir an daha uzak. Aslında şimdiden de bir an daha uzak.

Son üç ayette “Yemin olsun, o cehennemi mutlaka göreceksiniz.” diye başlıyor. Gözlerimizle göreceğimize bir daha yemin ediyor. Sonra nimetlerden sorguya çekileceksiniz deyip bitiriyor.

Nimet dediğinde bunu hep mal zenginliği ile birlikte anıyor ama inanın en büyük nimeti hayatı ve aklı. Asıl sorgu buradan gelecektir. Hayatında sana verdiğimiz akıl ile ne yaptın? Kullandın mı, yoksa başkasına mı emanet ettin diye sorsunlar. Bir çok eşekliğin yanında, anlatacağım bir iki başarılı hikayem olur.


15 - Kevser Suresi

İlkokul öğrencisi dostu, Kur’an’ın en kısa suresi!

Allah Muhammet’e Kevser’i vermiş. Yoğun güzelliği ve iyiliği, bereketi, tükenmez aydınlığı vs.

Daha da versin, gözümüz yok.

Karşılığı gibi, namaz kılmasını istiyor. Nasıl kılacağını ve vaktinde kılması gerektiğini bildiriyor. Tabii ki bu namaz Allah’ın faydasına olan bir şey değil, Muhammet’in ve diğer kılanların kendileri için faydalı. Tek istediği namaz değil bu ayette. Kavrayışını bilgi ile keskinleştirmesi ve eti yenecek hayvanı kesmesi de isteniyor.

Kavrayışını bilgi ile kuvvetlendirmek zaten namazın ayrılmaz bir parçası. Hatta namazın özü.

Eti yenecek hayvanı kes derken, herhalde onun yenmesinden bahsediyor. Yoksa kes bırak, kurban sun demek istemiyor. Benim burada anlamadığım namazı kıl ve kavrayışını bilgi ile derinleştir gibi iki temel öneriden sonra helal gıda olayına girilmesi. Aradaki bağlantı bende yok.


Hani çok meşhur bir laf vardır, “insan ne yiyorsa odur” diye. Ona mı bir atıf var? Yoksa, Platon “Devlet” kitabında hastalıkların nedeninin yediklerimiz olduğunu söylüyordu. O dönemlerde yaygın bir inanç olsa gerek. Buraya da bir atıf olabilir.

İlla bir yere atıf olmalı çünkü diğer iki tavsiyeden sonra yemek olayı çok alakasız kalıyor.

Bir sonraki ve son ayette yine peygambere güdüleme yapılıyor. Kendisine zorbalık yapılıyormuş çünkü soyu kesikmiş. Yani erkek evladı yokmuş. Asıl soyu kesik olan peygamber değil, ona bu konuda zorbalık yapanlarmış. Böyle denilerek bir nevi teselli veriliyor. Ancak erkek evlat verilmiyor.

Arap toplumunda erkek evladın övünülecek bir şey olduğunu daha önceki surelerde görmüştük. “Mal ve oğullar verilerek”” nimetlendirilenlerden çokça bahsedildi. Muhammet’in bu nimetten mahrum bırakılmasını nasıl yorumlamamız gerekiyor?

Kendisi gerçekten ilahi takdirden en fazla çeken kişilerden biri olabilir. Doğmadan babasını, doyamadan annesini, yaşına gelmeden koruyucu dedesini kaybetti. Amcası ona sahip çıktı, ancak bu amca da hiçbir zaman Muhammet’in dinine girmedi. Ve yaşayan bir erkek çocuğu da olmadı.

Allah sık sık inananları nimete erdireceğini söylerken, Muhammet’in bu derece mahrum olması çevresindekilere ne düşündürdü? Kendisine ne düşündürdü? O Allah ki bu kitapta mucize doğumlar anlatıyor. Geç yaşlarında İbrahim’e ve Yakup’a çocuklar müjdeleniyor. Eline erkek eli değmemiş Meryem’e, daha da büyük mucize, İsa müjdeleniyor. Muhammet ise sadece asıl onların soyu kesik denilerek teselli ediliyor.

Soyları da kesilmiyor! Bu zorbalar arasında Ebu Sufyan var mıydı? Bilmiyorum ama muhtemelen vardır. O olmasa, o aileden birileri kesin vardır çünkü en büyük muhalefet Ümmeyeoğullarından geldi diye anlatılır. Evet kitapta adları geçmiyor ama bir istisna yapıp diğer kitaplardan gelen bilgiye bakalım. Kavrayışımızı bilgi ile derinleştirelim.

Muhammet Mekke’den kovulur, Yesrip’e göç eder. Burada İslam Devleti kurulur. Savaşlar yapılır, Mekke fethedilir. Hayatta olanların neredeyse tamamı hiç değilse görünüşte dini kabul eder, Muhammet’e biat eder. Sonra din tamamlanır, Muhammet ölür. Yerine Ebubekir geçer, sonra Ömer, Sonra Ümeyyeoğullarından Osman. Ali, peygamberin amcasının oğlu ve damadı, dördüncü halife olur ancak önce peygamberin karısı Ayşe – ki Ebubekir’in de kızı, sonra Ümeyyeoğullarından, Ebu Sufyan’ın oğlu Muaviye isyan eder. İç savaş çıkar, Ali ortaya çıkan üçüncü bir grup tarafından öldürülür. Geride iki oğlu, Hasan ve Hüseyin kalır. Bu iki çocuk, peygamberin torunlarıdır. Ayrıca devletin başına geçen Ümeyyeoğullarına karşı da en güçlü iktidar adaylarıdır.

Hasan aniden vefat eder. Derler ki, Hasan’ın hanımlarından biri Muaviye ile anlaştı ve Hasan’ı zehirledi. Ne kadar doğrudur, bilemem.

Muaviye iktidar değişimindeki iç savaşları bahane ederek hilafet makamını saltanata çevirir. Buna karşı çıkanlar onun ölümü ile Hüseyin’in etrafında toplanır. Onu çağırır. Hüseyin yola çıkar, Kerbela’da Muaviye oğlu Yezit’in askerleri tarafından kuşatılır. Çok azı hariç, tüm ailesi vahşice öldürülür.

Peygamberin soyu bu iki torundan devam etmiştir, soyu kesik olmamıştır. Ebu Sufyan’ın soyu ise peygamberinkini katlederek gücüne güç katmıştır.

Yani kimsenin soyu kesilmemiş ama üçüncü jenarasyonda, kimin soyu kiminkine galip gelmiş, çok açık.

Cennette mutsuzluk yoktur derler. O zaman Dünya’ya bakış mümkün olmasa gerek. Bir de Allah’ın peygambere bazen gelecekten haber verdiğini söyleyenler var. Galiba her şeyi söylemiş. Yoksa Mekke’nin fethinden sonra tüm Ebu Sufyan soyunu kurutmasına kimse engel olamazdı


25 Kasım 2023 Cumartesi

14 - Adiyat Suresi

Yine yeminlerle açılıyor ama bu sefer neye yemin ettiğini anlamadım bile. Doğrudan yazıyorum

1-Soluyuşlarıyla ses çıkararak koşanlara/nefes nefese saldıranlara

2-Çakıp çakıp ateş çıkaranlara

3-Sabahleyin akın edenlere/baskın yapıp toprak fethedenlere

4-Derken, onunla toz duman çıkaranlara

5-Derken onunla bir topluluğun ortasına dalanlara

Bunları yapanlar bir insan topluluğumu, doğa kuvveti mi, hayvan grubumu hiç belli olmuyor. Hem bu davranışlar övülüyor mu, bunları yapanlara sövülüyor mu o da belli değil! Her şeyi geçtim, bu davranışlar tam olarak ne, o bile belli değil! Gerçekten hiçbir şey anlamadım.

6. ayeti anladım. “İnsan, rabbine karşı çok nankördür.”

7. “Ve buna kendisi de iyiden iyiye tanıktır.”

Bu nankörlüğün nedeni de bir sonraki ayette mal ve servet arzusuna bağlıyor. Eh bu da yalan değil. İnsanı en çok azdıran ve yoldan çıkaran şey mal ve servet arzusudur. Sadece din, iman yolu diye anlamayın. Burada yol derken herhangi bir yoldan bahsediyorum.

Geri kalan ayetlerde kabirler içindekiler dışarı fırladığında, göğüslerin içindekiler derlenip toparlandığında Rableri onlardan iyice haberdar olacaktır deniyor. Bahsedilen zaman kıyamet mi emin değilim ama Rablerinin onlardan iyice haberdar olması için belli bir zamana gerek yok diye biliyorum. Allah zamandan ve mehandan ayrı olduğu için olmuş, olan ve olacak olan her şeyi tek bir an içinde bilmiyor mu zaten?


23 Kasım 2023 Perşembe

13 - Asr Suresi

Üç ayetlik mini minnacık bir sure Asr Suresi. İnsanın barışa yönelik işler yapıp, birbirine hakkı ve sabrı öneren küçük bir zümresi hariç, insanların gerçekten hüsran içinde olduğunu söylüyor.

Maalesef haklı. Top tepen bir vasatın, bed sesiyle şarkı söyleyen bir çiyanın, hayat kurtaran doktordan, insan yetiştiren bir öğretmenden milyonlarca dolar daha fazla kazandığı bir dünyada yaşıyoruz ve öyle ya da böyle, hepimiz bunu kabullenmişiz. İnsanlığın değer ve öncelikleri sorunlu. Bu dün de böyleydi, korkarım yarın da böyle olacak. Çok azımızın sesi çıkacak, çok daha azımızın sesi duyulacak...


22 Kasım 2023 Çarşamba

12 - İnşirah Suresi

Göğsü açılıp genişletilmiş, üzerinden ağır yük indirilmiş, şanı yüceltilmiş. Her zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka varmış. O halde işin biter bitmez, yenisine koşsunmuş.

Ve yalnız rabbine yönel! (94/8)

Burada Muhammet’e, peygamberlik görevini ifa ederken yapılan yardımlar sıralanmış. Belli ki bu sureden önce peygamber şikayet etmiş. “Olmuyor, çok zor, yapamıyorum” demiş. Allah da “olacak, bak bunu bunu yaptım, daha da yapacağım ama sen de boş durma, bir işi halledince öbürüne koş” diyor. Rabbinden başka yere yönelmemesi gerektiği de tekrarlanıyor.

Gerçekten insanın özgür iradesi çok kuvvetli. Allah ile doğrudan temas halinde olan bile, beyinsiz bir zombi gibi Allah’ın her istediğini yerine getiremiyor. Kendinden tamamen vazgeçmiyor. Bazı şeyleri yapamıyor, bazılarını eksik yapıyor, bazılarını da yapamayacağını düşünüyor. Allah da “ol” deyip, oldurmuyor. Müdahalesi motive etmekten öteye pek gitmiyor. Peygambere kanat verip onu uçurmuyor, eline sihirli değnek vermiyor. Daha önemlisi, beynini tamamen boşaltıp onu kuklaya çevirmiyor. Mankurtlaştırmıyor. İkna ediyor. Yaparsın koçum, yaparsın ben yanındayım diyor. İnsanın özgür iradesinden bahsediyorsak, olması gereken de bu.

Bu surede geçen açıp genişletmedik mi senin göğsünü! ifadesi çok meşhur.

-Melekler yer yüzüne inmiş de ameliyat yapmış.

-Yok aslında uzaylılar yapmış.

-Kötülüğü çıkarmışlar!

-Hayır, peygamberliği koymuşlar!

Oldu olacak “kurabiye yedirip seçilmiş kişi programını yüklemişler” de deselermiş.

Bu insanın mistik şeyler arayışı hiç bitmiyor. Evladım hiç mi göğsünüz daralmadı, çok sıkılmadınız. Sonrasında hiç mi ferahlamadınız? Niye böyle doğa üstü bir şeyler yüklemeye çalışıyorsunuz? Allah ferahlık vermiş işte, anlattığı o! Başka bir şey değil. Surenin kalanı da bunu destekler nitelikte zaten.

İnsan gerçekten doğası gereği putperest, ben ikna oldum. Put yoktur diyen bir kitapta bile kendi putlarını arayıp, bulamayınca oluşturuyor.

He ileride, bu kitapta da mucizevi olaylar göreceğiz. O zaman mucizevi olaylar hakkında da yorum yapacağım.


17 Kasım 2023 Cuma

11 - Duha Suresi


Kuşluk vaktine ve gelip oturduğunda geceye yemin ederek başlıyor.

Müjde! Allah peygamberine darılmamış ya da onu terk etmemiş. Demek ki bu sure öncesinde böyle olduğunu düşündürecek bir şeyler olmuş. Fazla merak etmeyin, ne olduğu da zaten söylenecek.

Dünya da olur, ahiret de olur... Sonrası, senin için öncesinden güzel olacak, diyor. Daha mutlu olacakmış. Allah verecek, Muhammet de memnun olacak. Bizlik bir durum yok, aralarında konuşuyorlar gibi duruyor ama öyle değil. Bu sure put kırma surelerinden bir tanesi. Kırmak istediği put ise hala dimdik ayakta.

Allah zaten onu bir yetim olarak bulup da, bağrına basmamış mı?

Hani çeviride mi anlam değişiyor bilmiyorum ama bulmak için önce habersiz olmak ya da kaybetmiş olmak gerekiyor. Allah yetim olarak bulamaz ki! Daha yetim kalmadan yetim kalacağını bilir zaten.

Şaşırmış olarak bulmuş da, kılavuzluk etmemiş mi?

Demek ki peygamber de bir zaman için yolunu ararken şaşırmış. O kadar şanslı ki ona Allah bir şekilde kılavuzluk etmiş. Tüm şaşkınlara nasip olur inşallah!

Gerçi bu kılavuzluk için önce şaşırmak gerek. Şaşırmak içinde sınırları olan güvenli yoldan dışarı adım atmak, bir labirente bile isteye girmek ve yolunu bulmak için uğraşmak gerek. Emin olunan doğru yollar, beklenmedik sonlara çıkabilir. Şu inşallahı değiştireyim, inşallah önce herkes şaşırır da, sonra Allah tarafından kılavuzlanır.

Aile geçindirme zorluğu içinde bulmuş da, zengin etmiş!

Bize öğretilen, peygamberin ailesinin, sonradan evlendiği hanımın zengin olduğu idi. Demek ki işler hep iyi gitmemiş, dara düşüldüğü olmuş. Halbuki anlatılan masallarda, dokunduğu bile bol rızka kavuşuyordu. Böyle tepesinde bulut falan geziyordu, güneşten de yanmasın diye...

Asıl vurucu kısım şimdi geliyor.

O halde yetimi örseleme!(93/09)

Yoksulu/bir şey isteyeni azarlama!(93/10)

Aman aman... Peygamber böyle şeyler mi yapmış? Darılma, terk etme olayının altında bu mu varmış?

Ben bu küsme olayını, daha doğrusu vahye bir süre ara verilmesi olayını duymuştum. Çevresindekiler falan dalga geçiyormuş, “Allah’ı, Muhammet’i terk etti” diye. Halbuki Muhammet bu durumda bile sıkıca imanına tutunmuş, Rabbin onu terk edeceğine bir an bile inanmamış, gibi şeyler anlatılıyordu.

Alakası yok! Allah terk etmemiş, darılmamış ama vahye ara vererek bir mesaj da vermiş. 9 ve 10. ayetlerde söylenenleri yapma! Bir daha yapma!

Burada peygamberin istese bile günah işleyemeyeceği söylemi çöp oluyor. Peygamber günah işliyor, hem de en büyüklerinden. Kibirleniyor, altta gördüklerini hor görüyor.

Normalde bu tip bir sureye, yani Allah’ın sadece Muhammet ile konuşur gibi olduğu bir sureye “iyi ama bana ne” derdim. Yani “aranızda halledin, kitaba yazmanın kime ne faydası var” derdim. Yoksulu, yetimi itip kakmama meselesi de daha pek çok surede söyleniyor zaten... Hayır, iş öyle değil. Bu sure, yanlış bir inanışı -tanrısallaştırılmış peygamber imajını, yıkıyor. Peygamber de hata yapar, hatta büyük hata. Bunu ileride daha sert tehditler ile göreceğiz.

Ve peygamberlik kaybedilebilir. Ara bunu gösteriyor. Ya yolda bir yerde gerçekten kaybedilmişse?

Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle dile getir.(93/11)

Şöyle uçuyordu, böyle hayırlıydı, tüm kainat onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştı... Hepsi yalan! İnanmayan için zaten yalan da, inanç için de yalan! Eğer din hak ise, kaç kişi sırf peygamberi putlaştırdığı için cehennem yolunu tutacak çok merak ediyorum. Acaba bu inançsız kula, sadece bir anlığına da olsa onların yüzünü görme şansı verilir mi? Çığlıklar içinde yanarsam, bunların sıfatını hatırlar da araya kahkaha sıkıştırırım.


16 Kasım 2023 Perşembe

10 - Fecr Suresi

Yeminle başlıyor. Tan yerinin ağarma vaktine, on geceye, çifte ve teke, yola koyulduğu zaman geceye yemin ediliyor. Beşinci ayette de “Nasıl, akıl sahibi için bunlarda bir yemin var mı?” diye soruluyor. Cevap veriyorum, yok! Hiçbiri benim için bir anlam ifade etmedi. Evet şairane bir üslup ama ötesi değil. Herkim başkasına danışmadan burada şahit gösterilecek bir şey buluyorsa da yalancıdır.

6. ayet “göremedin mi ne yaptı Rabbin” diye sorarak başlıyor ve Ad, İrem, Semud ve Firavun’un başına neden bela geldiğini söylüyor. Bu kavim, şehir ve kişi azıp zulmetmişler, bozgunculuk çıkarmışlar. Rab da üzerlerine ceza kamçısını yağdırmış.

Ben ne Ad, ne Semud, ne de İrem gördüm. Bir iki firavun biliyorum ama ilahi cezaya çarptırılanı görmedim. Belki ileride görürüm bunları. Bir de bu İslam öncesi Arap toplumu ne bilgili yermiş. Ad’da biliyorlar Semud’da... Maşallah çok alimler. Belli ki kimse de “yooo görmedim ben bunları” demiyor. Şimdi kuran okuyanlar da demiyor. Galiba ben bunları görmeyen çok küçük bir azınlıktanım.

15-16. ayetlerde insana nimet verildiğinde oh dediği, nimet biraz kısılsa Allah bana ihanet etti dediği söyleniyor. Eskiden demek ki, çöpten yemek bulup, Allah razı olsun, diyenler yokmuş. Baya baya nimeti hak görüp yeri geldiğinde Allah’ı bile ihanet ile suçluyorlarmış. Biraz abartı bulmakla beraber, saygı da duydum. Şimdi kul bile çok daha azı için bile minnet ediliyor.

17-20 arasında yetimi, yoksulu doyurmadığımız, mirası direkt yediğimiz, malı devşirip depolayacak bir sevgiyle sevdiğimiz söyleniyor. Evet, insana dair en berbat özelliklerden galiba bunlar. Haklı yani. İnsanların çoğu mala doymuyor. Bana bu kadarı kafi, biraz da başkası kazansın, yesin demiyor. Mal, para bir araç olmaktan çıkıp, esas amaç haline geliyor.

21. ayetten itibaren, yok böyle gitmez denilerek kıyamet günü bunları bunları yapanları, fena fena yapacağım deniliyor. Kaçış yok, gir cehenneme deniyor ve bitti.

Anlamadığım şey adı geçen, Ad, Semud, Firavun gibiler bu dünyada helak edilirken, sonrakileri neden kıyamete kadar bekletiliyor.

Anlamadığım bir başka şeyse, İrem’e bir daha neden değinmiyor? Kur’an da sadece burada geçiyor bu şehrin adı ve bir daha da bahsetmiyor. Oysa, Semud’dan, Ad’dan ve sonra dan eklenecek kavimlerden bolca bahsedecek.

Rabbin gelip melekler saf saf dizildiğinde (89/22) O gün cehennem getirilir. İşte o gün düşünüp anlar insan. Ama düşünüp hatırlamanın ona ne yararı var? (89/23)

O gün gelmeden, düşünüp anlamaya çalışıyorum ama pek faydası olmayacak gibi. En azından bu kitapta yazanların pek çoğu, yardımcı olmaktan çok uzak.


09 - Leyl Suresi

İlk üç ayette geceye, gündüze ve kadınla erkeği yaratana yemin ediliyor.

4. ayette herkesin emek ve gayretinin farklı farklı olduğu söyleniyor. Kim Allah yolunda harcarsa, ona ödül olduğu söyleniyor. Ancak cimrilik eden ve güzelliği yalanlayanlar yandılar. En zor duruma düşürülecekler ve malları da onları kurtarmayacak.


Peygamber bizden ücret istemiyor ama Allah sürekli olarak din yolunda harcamamızı söylüyor. Ceza ile tehdit edilenlerin hepsi zengin insanlar! bunların  işe yaramaz malları var. o malların paylaşımında cimrilik ediyorlar. Fakirlere tehdit yok. uyarılmıyorlar bile. Hiç demiyor, çalışmaz çabalamazsan aç kalırsın, bir kurtaranın da olmaz. Birileri çalışacak, kazanacak, sonra kazandığından yan gelip yatana pay verecek. Sosyal düzen bozuluyor. Evet, paylaşmak güzel ama fakire de çalış denmeyince, bu paylaşımcı bir toplumun değil, sadaka bağımlısı bir toplumun inşası oluyor. Öyle de oldu. 

Din yolunda, Allah yolunda harcamak da kitap da pek tanımlı değil. Maldan mı harcıyoruz, emekten mi harcıyoruz, bilgiyi mi paylaşıyoruz? Herhalde peygamber günlük durumlarla yön veriyor buna.

12. ayet: “Şurası bir gerçek ki, doğruya güzele kılavuzlamak sadece bizim işimizdir.”

Doğmuş müslüman bir ailenin çocuğu olarak. Babanneden dededen peygamber hikayelerini, kulaktan dolma bilgilerle dini öğrenmiş. Yaşı gelince Kur’an kursuna gitmiş, Arapça harflerin hangi seslere karşılık geldiğini öğrenmiş. Öyle okumuş kitabı. Okulda pek başarılı değil. Kötü bir öğrenci. Hevesi gayreti de yok zaten. Lise terk. Baba esnaf, yanına almış iş öğretmiş. İşin inceliklerini de öğretmiş. Una talaş katma gibi incelikleri. Yaşı gelince uygun bir kız almışlar, evlenmiş. Sünnettir demiş dört çocuk yapmış. Kadın isyan etmese daha da yaparmış, çünkü bakımlarında hiç sorumluluk üstlenmemiş. Çocuklar yarı aç, yarı tok yatmış. Rızkı veren Allah ya, açlıktan öleni olmamış. Her cuma namaza gitmiş. Çıkışta yoldan geçen kadınlara bakmış. Ne biçim giyiniyorlarmış. Başımıza taş yağacakmış. Allah’ın adını anmış, hayatı boyunca. Bela okurken de, hayır isterken de. Torunları olmuş, kulaktan dolma bilgilerini, yalan yanlış onlara anlatmış. Kurada adı çıkınca, çekmiş krediyi, hacca gitmiş. Tüm günahlarından arınmış. Vakti gelince de, bir saniye ileri alamamış, ölmüş gitmiş.

Başka bir kız, uzak doğuda bir yerde, Budist köyünde doğmuş. Çok da fakirlermiş. Küçücük yaşında hayvanlara çobanlık edermiş. Köyde okul yok, bir şey yok. Bir gün hristiyan bir mezhebin garip misyonerleri köylerine gelmiş. Biraz kalıp, çocuklara okuma yazma öğretmişler. Bizim kız cevval çıkmış, ilk o sökmüş okumayı. Öğretmenler de fark etmiş kızdaki parlaklığı. Ailesi ile konuşmuşlar, kızı yatıla okula almak istemişler. Aile rahibe sormuş, adam “okusun tabii” demiş. Kıza da tembihlemiş. “İnsanlığa faydalı ol, o zaman bize de faydan olur.”

Okumuş. Hem de ne okuma. Ülkesinin sınırlarını aşmış, en iyi üniversitelerde tıp eğitimi almış. Devrimciymiş, yeni tedaviler geliştirmiş. Kimya biliminde benim diyen profesörden daha ileri gitmiş. Doktorluğu bırakıp ilaç şirketi kurmuş. Yeryüzündeki en iğrenç sektörde, insanlığını yitirmeden, insanca mücadele etmiş. Patentli ürünlerinde, geri kalmış ülkelere ücretsiz üretim izni vermiş mesela. İlaç deneylerinde etik kuralları harfiyen uygulamış. Atıklarını doğaya salmamış, korunaklı ortamlarda saklamış.

Ne köyünü unutmuş, ne de ona yardımcı olan mezhebi. Köyüne okul da yaptırmış, hastanede. Budist rahibin mezarını her yıl ziyaret etmiş. İnançlı değilmiş ama verdiği öğüt için rahibi hep sevgiyle hatırlarmış. “İnsanlığa faydan olsun!” Bu öğüdü hiç unutmamış, aksine bir şey yapmamış. İç huzurunu sağlayan şey, bunu başarmış olmakmış. Ona ilk eğitimlerini veren misyonerleri de unutmamış. Büyük bağışlar yapmış, istekleri olursa yerine getirmek için elinden geleni yapmış. Günü geldiğinde huzur içinde göçmüş.

Allah bunlardan hangisini doğru yola yönlendirmiş?

Eğer doğru yola kılavuzlayan sadece Allah ise, bu doğru yol, anladığımız anlamıyla din ya da dinler değil. O doğru yola ulaşmanın tek yolu da kitap değil. Hem zaten öyle olsa, neden son gönderdiğini bin dört yüz yıl önce, dünyanın o güne kadar pek de umurunda olmayan bir bölgesine göndersin? Hayır, iş bildiğiniz gibi değil. Doğru yola ulaşmanızı aklınız ve çıkardan uzak vicdanınız sağlar. 

13. ayet “sonrası da, öncesi de sadece bizimdir” diyerek hayatın sonrası olduğu gibi öncesi de olduğunu belirtiyor. En azından ben öyle anladım. Bir diğer ihtimal, ölümün öncesi de, sonrası da bizimdir anlamına gelmesi. Hoş, değişen bir şey olmuyor. Bu din hak ise, ölüm sadece başka bir doğum oluyor.

14-15. ayetlerde ateşe karşı uyardığını söylerken, şiddete çok düşkün bedbahttan başkasının oraya girmeyeceğini söylüyor.

Valla bizim cami hocası tüm imansızların cehenneme gideceğini söylemişti. Verdiğim örneklerdeki adam, cennete elinde sonunda gidecekken, kadın sonsuza kadar yanacaktı. Şimdi bu ayet ona uymuyor. Hoca mı haklı, ayet mi? Belki de Köpürerek yanan ateş cehennem de şiddete düşkün bedbahtlar için özel bir alandır. 

Surenin kalanında infak edenin ne kadar hayırlı bir iş yaptığı anlatılıyor. Sure başladığı yere geri döndü, Allah yolunda harcamanın önemi vurgulanmış oldu.

20. ayet: Yüceler yücesi Rabbinin yüzünü özleyip...”

Yüzü mü? Özlemek mi?

Çeviriyi kontrol ettim. Diyanet çevirisi “rızası” diyor. Şaka gibi gerçekten. Google Çeviride denedim, yüzünü diyor. Diyanet anlamadığı bazı şeyleri düzelterek mi çeviriyor nedir! her halükarda yanlış çeviriye iman ederseniz, gitti cennet, geldi cehennem! 

14 Kasım 2023 Salı

08 - A'la Suresi

Sure, Rabbi en yüce adıyla anmamızı söyleyerek başlıyor. O adın ne olduğunu ise söylemiyor. Muhammet’e özelden söylemiş, Kur’an’a sokmamış herhalde. Biz bilmesek de oluyor galiba.

2-5. ayetler arasında yaratımı yapanın Allah olduğu söyleniyor. Ot üzerinden örnek veriliyor. Otu çıkaran, sonra onları sellerin sürüklediği morarmış bir hale getiren Allah’mış. Tamam konu bu kadar. Belki sembolik anlamları vardır bu ifadelerin ama daha önce de dediğim gibi bende anahtarı yok.

Buradaki gibi yaratım örnekleri dönemin insanına verilen örnekler. Bizim zamanımızda anlamsız kalıyorlar. Günümüzdeki ortalama bir lise öğrencisinin, evrenle ilgili bilmesi gereken bilgi, Kur’an’ın indiği dönemdeki en alim kişilerden fazladır. İki dönem arasında ortak bir bilim dili bulmak imkansız gibi. Bugünün ağzıyla konuşsan, o dönemde kimse anlamaz. Tıpkı geleceğin ağzıyla konuşulduğunda bizim anlamayacağımız gibi.

6-8 arasında ise bir mucize?den bahsediyor. Muhammet okuyacak ve artık unutmayacakmış. Okuyup unutmadığı Kur’an ayetleri olsa gerek. Galiba o günlerde bu konuda bir durum yaşandı. Muhammet önceden bu Allah'ın sözüdür, diye söylediği bir şeyi sonradan unuttu ya da tersine bir şey söyledi, ki böyle bir gereksinim / açıklama ortaya çıktı. Ya yine unutursa? Onun da kolayı var, bir sonraki ayet diyor ki, Allah’ın unutturduğu hariç. Yani duruma göre, hayır için, Allah Muhammet’e unutturabilirmiş. Kısacası, Muhammet bir daha söylediği bir şeyi unutur da, tersini söylerse, bu Allah öyle dilediği içindir. Her şeyi bilen Allah, bir şeyleri değiştirme gereği görmüştür!

Eğer hatırlatmak yarar sağlarsa, hatırlat / öğüt ver!(87/09) deniyor.. Eğer mi? Sonucun ne olacağı Allah için de mi muamma? “Bir dene bakalım, olursa ne a’la!” gibi mi?

İçi ürperen öğüt alacakmış, içi kararmış bedbaht ise kaçacakmış.

Açıkçası bazen içimi ürperten ayetler oluyor. Ulan inşallah gerçektir diye coşuyorum. Ancak genel olarak bir ürperme yok. İnançsızlığa hala daha yakınım. Gel gör ki, bedbaht olduğum, hatta kaçtığım hiç söylenemez. Hatta günümüzde Kur’an’dan kaçanlar, okumaya gerek görmeyenler inananlarken, okuyup araştıranlar daha çok ateistler oluyor. Yani her şeyi bilen Allah, burada da yanılıyor.

Hayır, iş burada yazdığı gibi değil” diyebilirim.

12-13. ayetlerde ateş bizi çağırıyor. Geldi yine tehdit. O bedbaht olanlar bir de ateşe atılıyor, orada ne hayattalar, ne de ölebilirler! Güzel bir ifade. Bir çeşit virüs oluyorlar galiba.

14-15. ayetlerdeyse ödül var. Namazını kılmış, zekatını vermiş olanlar kurtuluşa ermişler.

16. ayette insanların iğreti dünya hayatını, daha kalıcı ahiret hayatına tercih ettikleri söyleniyor.

E bu da çok normal değil mi? İnanıyor olsa bile insan, yakıdaki hayat, uzaktaki, ki ne kadar uzak olduğu da belirsiz, ödülden daha önemli hal alıyor. O kadar uzakta ki ahiret, hiç varmak istemediğimiz ölümün dahi arkasında. Bu yüzden dünya hayatında oyalanmak daha tercih edilesi oluyor. Kaldı ki vaadi de göreceğiz. Altından nehirler akan bahçeler, koca gözlü bakire dilberler... Bunlara ve çok daha fazlasına dünya hayatında ulaşmak mümkün. Hem de bütün bir hayat boyu süren disipline, ömrünü adamaya gerek kalmadan.


12 Kasım 2023 Pazar

07 - Tekvir Suresi

          
Kur’an’ın yedinci ve beni en çok etkileyen suresi.

İlk on üç ayette büyük afetlerin meydana geleceği bir günün tarifi yapılıyor. Bizim kıyamet dediğimiz gün. Neler olacakmış?

Güneş sarmalanacak, yıldızlar ışıklarını yitirecek, dağlar yürütülecek, on aylık hamile deve kendi haline bırakılacak, vahşi hayvanlar bir araya toplanacak, denizler kaynatılacak, benlikler çiftleştirilecek, diri diri gömülen kız çocuğuna hangi günahı nedeniyle gömüldüğü sorulacak, sayfalar açılarak göz önüne konacak, gök örtüsü soyulup indirilecek, cehennem kızıştırılacak, cennet yakınlaştırılacak.

Ben böyle sıralayınca etkisi kayboluyor ama orijinal metin oldukça etkileyici bir şiir diliyle yazılmış. Ancak beni etkileyen dil değil, bu sınır ötesi korku tablosunda, italik yazdığım tümlecin de var olması.

Biliyorsunuz ki, bu dinin peygamberi ve ilk inananları kendi şehirleri Mekke’den sürülecekler. Yesrip şehri onlara kucak açacak ve İslam Devleti orada kurulacak. Şehrin adı daha sonradan peygambere ithafen Medinet’ül Nebi olarak anılacak. Zaman içinde kısalıp sadece Medine halini alacak.

Emine Yavuz tarafından resimlendirilen
Medine Memi portresi
Medine Türkiye’de isim olarak kullanılıyor. Dindar kesim de kız çocuklarına konulan bir isim. Medine Memi bu kız çocuklarından biriydi. Adıyaman’da doğmuştu, on altı yaşına kadar hayatta kalmıştı. Dayak yiyordu. Onu koruması gereken ailesi, ona zarar veriyordu. Karakola sığındı, yardım istedi. Olmadı. İki ay sonra, erkeklerle konuşuyor, denilerek, babası ve dedesi tarafından infazına hüküm verildi. Öldü sanılıp, gömüldü. Otopsi gösterdi ki, ciğerlerinde toprak vardı. Gömüldüğünde canlıydı. Diri diri gömülmüştü.

Adını peygamberin şehrinden alan kız, o peygamberin ümmeti olduğunu iddia edenler tarafından, diri diri toprağa gömülerek katledildi. Kıyamet günü ona da suçu sorulacak. O da anlatacak. Peki tek suçlu dedesi ve babası mı olacak? Ailesi mi olacak? Yoksa günümüzde yaşayan ve geçmişte yaşamış tüm ümmet mi olacak?

Ben bu kitabın Allah’ına inanmıyorum. Ancak kesinlikle yoktur da diyemiyorum. Hatta olmasını istiyorum. Adaleti sağlayacak. Medine’ye hangi suçu nedeniyle öldürüldüğünü soracak. Sonra gerçek suçlulara dönecek. Babaya, dedeye, aileye, şehre, topluma, millete... herkese... Medine gömülürken ne yaptığını soracak. Bu suçu duyunca ne yaptığını soracak. Bir Medine daha ölmesin diye ne yaptın?

14. ayette her benliğin kendisine ne hazırladığını o gün bileceği söyleniyor. Hesaptan kaçış yok, inkar yok, kendini kandırmak yok! Sahi sen Medineler için ne yaptın?

Sureye dönelim.

15-18. ayetler arasında yeminler var. Sinip gizlenenlere, akıp akıp yuvasına girenlere, geceye ve sabaha yemin ediliyor, ki, o çok değerli bir elçinin sözüdür(111/19)

20. ayetle birlikte Muhammet övülüyor. Arş’ın sahibi katında değerli, oralarda itaat edilen, emin birisiymiş. Cin çarpmış da değilmiş.

23. ayette ise “yemin olsun ki, onu apaçık ufukta gördü” deniyor. Neyi ufukta gördü gerçekten anlayamıyorum. 24. ayette “o gayb konusunda cimri değildir” denilerek Allah’tan bahsediyor. 25. ayette “ve kovulmuş şeytanın sözü değildir” denilerek muhtemelen Kur’an’dan bahsediliyor.

26. ayette “hal böyleyken nereye gidiyorsunuz” deniliyor.

Demek ki dönenler var. İnanmış olanlar Muhammet’i ve dini terk ediyorlar. Gittikleri için lanet okunmuyor, tehdit de edilmiyorlar.

Kalan üç ayette Kur’an’ın doğru yola gitmek isteyenler için öğüt verici olduğu ve Allah istemedikçe bizim isteyemeyeceğimiz söyleniyor.

10 Kasım 2023 Cuma

06 - Tebbet Suresi

Oldukça kısa bir sure, tek bir olayı anlatıyor.

Ebu Leheb diye bir zat varmış. Ona lanetler ediliyor. Anladığım kadarıyla ölmüş bu adam, çünkü “elleri kurusun, kurudu da.” deniyor. Ayrıca malı falan da kurtaramamış onu. Sadece kendisi değil karısı da lanetlenmiş, cehennemde odun taşıyacaklarmış.


Dev hizmet; cehennemin minimum kaç derece olduğunu bulduk!

Odunun tutuşabilmesi için en az 270° ısı gerekmektedir. Bu zatlar cehennemde odun taşıdıklarına göre ortam en az 270° olmalıdır.

Bu sureden net olarak öğrenebileceklerimiz bu kadar. Çünkü Ebu Leheb kim söylenmemiş. Neden lanetlendiği, söylenmemiş. Örnek gösterilme durumu da yok. Aslına bakarsanız, o dönemde yaşayanlar hariç kimseyi ilgilendiren bir şey yok.

Sadece bu surenin varlığı bile, bize bu kitabın bizim için olup olmadığını sorgulatmalı. Şöyle düşünün, ben bir fizik kitabı yazıyorum. Akışkanların mekaniği üzerine olsun. Sonra kitabın ortasında birden bire Akdeniz İklimi’nin hamam böceklerine etkisi üzerine bir makale yerleştiriyorum. Ne alaka demez misiniz? O zaman bu sure için de demelisiniz çünkü bizi ilgilendiren hiçbir şey yok. Hatta Ebu Leheb dışında kimseyi ilgilendiren bir şey yok.

Şimdi ya bu kitabın en azında bir kısmının sadece o dönemde yaşayan araplar için indirildiğini kabul edersiniz ya da “Rab acaba burada neyi örneklendirmek istedi” diye kafa patlatır ve kalbi hastalıklı olanlardan olacaksınız. Bir ihtimal daha var, tüm bunların insan ürünü olduğunu kabul edeceksiniz.

Seçim sizindir.

Son olarak, tüm evreni yaratan gücün, bu kitap olmasa kimsenin yaşadığını bile bilmeyeceği bir adama bu kadar sinirlenmesi, bir şeylerin göstergesi değil mi?


9 Kasım 2023 Perşembe

05 - Fatiha Suresi


İnsanlık tarihinin en fazla tekrar edilen metnine geldik. Nasıl ki, Dünyanın bir yerlerinden ezan her daim okunuyorsa, Fatiha Suresi de inanan birileri tarafından sürekli olarak tekrarlanıyor. Bu sure, İslam’ın temel ibadeti olarak görülen namaz ritüelinin merkezinde bulunuyor. Her dini toplantının sonunda, toplu halde okunuyor. Mezarlıklar da, hatta mezarlıkların önlerinden geçerken okunuyor.

Peki bu sureyi bu kadar özel kılan ne?

Sure İslam’ın tanrı inancının temel özelliklerini belirliyor. Allah’ın ne olduğunu ve insanın ondan ne istemesi gerektiğini kısa yoldan ortaya koyuyor. Eğer Kur’an tek bir sure olsaydı, o sure muhtemelen Fatiha olurdu.



İçeriği oldukça basit olan bu sure, besmele ile başlıyor. Besmelede Allah’ın en sık kullanılan iki adı geçmekte. Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla...

Ardı ardına gelen üç ayette Allah’ın temel niteliklerinden bazıları sıralanıyor. Şükrün, sadece ona olduğu, onun bağışlayan ve esirgeyen olduğu, din gününün sahibi olduğu sıralanıyor.



Burada şükrün sadece Allah’a olması, tevhit inancına bir vurgu. Onun peşi sıra, alt kadro tanrılar yoktur ve başınıza gelen iyi / kötü her şey Allah olmasına izin verdiği içindir. Bir şeylerin olması sadece onun iradesine bağlıdır ve bu irade alt kadro tanrısal varlıklardan etkilenmez.

Örnekle açıklamak daha kolay olacak. Bir arkadaşım çocuk sahibi olmak istiyordu ancak olamıyordu. Bir vesileyle bizim köye yolu düştü. Burada, çocuk işlerine bakan bir yatırımız varmış. Ben de bu olay sayesinden öğrenmiş oldum. Her neyse, bizim köydeki yatırı ziyaret etmesinden sonra, yıllardır beklediği çocuğa gebe kaldığını öğrendi. Sonrasında çocuğuyla birlikle birkaç kere bizim köye gelip, yatıra saygılarını sundu.

İşte bu surenin yasakladığı şey bu. Hamt, yani şükür sadece Allah’adır. O çocuğu veren yatır değil, Allah’tır.

Bana sorarsanız ben konuyu yatıra, Allah’a bağlamadan önce, arkadaşımın çocuk beklediği sırada vermeyi başardığı otuz kilonun hamile kalmasında daha etkili olduğunu düşünüyorum.



Allah bağışlayan ve esirgeyendir.

İnsanın bu iki isme sahip bir ilaha ihtiyacı var. Kabul edelim, doğa karşısında çok çaresiz yaratıklarız. Bildiğimiz ve bilemediğimiz o kadar çok tehlike var ki? Depremler, seller, yangınlar, vahşi hayvanlar, üzerimizde serseri mermiler gibi dolanan meteorlar... tüm bunlardan bizi esirgeyen bir ilah olmadığını düşünmek hayatı yaşanmaz hale getirir. İşte bu tehditlere karşı bizi koruyan bir ilahın varlığı yaşamayı çok daha kolay hale getiriyor.

Bağışlanmak da bir o kadar önemli. En küçük toplumsal yapımız ailede bile kurallarla karşılaşıyoruz. Bu kurallara uymanın önemini bazen zorlu sonuçları yaşayarak öğreniyoruz. Nasıl ki ailenin, toplumun kuralları varsa, daha yüksek güç olan ilahın da kuralları olmalı. Nasıl ki, ailenin, toplumun kurallarını ihlal ettiğimizde cezalar ile karşılaşıyorsak, ilahın kurallarını ihlal ettiğimizde de karşılaşmamız gerekiyor. İşte bu yolla doğal felaketler, ilahi cezalara dönüşüyor. İnsan için kurallara harfiyen uymak söz konusu değil. Bir nedenden kural ihlali yapıyoruz ve sonrasında yapabileceğimiz tek şey bağışlanmayı dilemek. Eğer ilah, sonsuz bir bağışlamaya sahip değilse, o korktuğumuz ceza, herhangi bir şekilde bizi bulacaktır. Bu nedenle onun bağışlayıcı olduğuna inanmak zorundayız.

Elinde sonunda o felaket bizi buluyor. Bu durumda felaketi ilahi bir ceza olarak görüyoruz ve yinelenmemesi için dualarla af diliyoruz. Çok azımız dışında kimsenin aklına isyan etmek gelmiyor. Biliyorum, bu süreçler modern zamanla birlikte büyük ölçüde ortadan kalktı ama hala atalarımızdan kalma esirgenme ve bağışlanma duygusunu içimizde taşıyoruz. En azından ben hala taşıyorum. Bu iki isme olan ihtiyacım hiç sona ermeyecek. Çoğu gece Allah’a çocuğumu koruması için dua etmeden uyuyamıyorum. Ne kadar inançsız olursam olayım, engelleyemediğim bir dürtü gibi, ürpererek dua ediyorum. Kendi irademle engelleyemeyeceğim bir felaket hep bir nefes ötede bekliyor. Bu yüzden o korumayana inanma ihtiyacı duyuyorum. Ah bir de aklıma yatsa...


Sure Din Günü’nün Sahibi ifadesiyle devam ediyor.

Bunun ne demek olduğu tam belli değil. Kıyamet günü olduğuna dair bir çıkarım yapmak mümkün olduğu gibi, bu ifadenin tüm yaratımı karşılaması da mümkün. Tanrısal düzlemde ki “gün” ifadesiyle, bizim anladığımız Dünya’nın kendi etrafında bir tam gününden doğan gün aynı olamaz. Her ne anlama geliyor olursa olsun, burada Allah’ın malik olmasına bir vurgu var.


Sonraki ayetlerde kul ile Allah arasındaki ilişkiyi tarif ederek devam ediyor. Tıpkı şükrün sadece Allah’a edilmesi gibi tevhit ilkesine vurgu var. Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dilerim.

Kulluk etmek, kendi iradeni tamamen bir başkasına bağlamaktır. Onun her dediğini sorgulamadan doğru kabul etmektir. Peki bir insan bunu bile isteye kendisini başkasının kulu haline getirir mi?

Kul olmak, genellikle kötü bir duruma düşmek gibi görünüyor ama öyle değil. Bu pekala bir seçim de olabilir. Kendinizi birine bağlar ve onun artıklarından çıkar elde edebilirsiniz. Bu efendi bellediğiniz kişi, köyün ağası olabilir. Tarikatın şeyhi olabilir, ki şeyhler müritlerinden genellikle kulluk ister ve bekler. Doğruyu yanlışı kendi aklınızla değil, bir başkasının iradesine bağladığınız da, aslında kulluk ediyor olursunuz. Şu iğreti dünya hayatında kolaylıkla çıkar elde etmenin en kolay yolu, güçlü birilerinin eteğine yapışıp ondan kemik bekleyen bir köpek haline gelmek. İnsanın kedisine ve Allah’a karşı işleyebileceği en aşağılık suç da bu olsa gerek.

Yardım istemekten kasıt da basit bir “şu işe bir el atsana” türünden yardım olmasa gerek. Şükür örneğinde verdiğim gibi, avuç açmak gibisinden bir yardım istemek olması daha olası. Ne zaman bu ayeti düşünsem, aklıma hep “yardım edin Meğhhmet Ali Bey” diyen Çarkıfelek yarışmacıları geliyor. Bir insanın kendini bu kadar acındırıp da el açması herhalde düşebileceği en aşağılık hallerden bir tanesi. Bunu gizli gizli de yapmıyor, tüm ülkenin izleyebileceği bir ekranda yapıyor. Elde edeceği şey de bir televizyon ya da buzdolabı! Şimdi bu insanın daha büyük çıkarlar için neleri başkasının iradesine bağlayacağını düşünün. Kulluğa giden merdivenin ilk basamağında işte bu yardım dilenmek var. bu yardımın ardından gelen şükran duygusu da cabası. O da kulluğun ikinci basamağı.


Bir sonraki ayette Allah’tan istenenlere baktığımızda buradaki yarım istemenin sadece maddi çıkar ile alakalı olmadığını da görüyoruz. Yine kulluk etmek de sadece maddi çıkarla ilgili değil. Bunlar sadece işin bir boyutu.


Allahtan istenen şey “doğru yola erişmek” olarak tanımlanıyor. İşte buna erişmek için sadece Allahtan yardım dilenecek ve irade yalnızca ona bağlanacak. Yani doğruya götürdüğü düşünülen manevi rehberlere de bu dinde yer yok. Şeyhler, şıhlar, hocalar her söylediği doğru kabul edilen kanaat önderlerinin bu dinde yeri yok. Böyle bir beklentiyle yaklaşılan tek irade Allah’ın kendisi olabilir. Zaten herhangi bir insana böyle bir bağlanma yapıldığında, o kişi başta çok iyi niyetlerle yola çıkmış olsa da, yozlaşacaktır. Her dediğimi Allah sözü gibi kabul eden on kişi olsa, herhalde onları maddi manevi, suları çıkana kadar sömürürdüm. Zaten bu bağlanılan her kim olursa olsun bunu yapıyor gibi. Peygamberler bile bu konuda Allah tarafından uyarılıyor, sınava tabii tutuluyor.


Doğru yolun hedefi basitçe “nimete erenlerin, gazaba uğramayanların” yolu olarak tanımlanıyor. Sure burada bitiyor.


Bu sureyi gerçekten seviyorum ancak bir yönden de çok üzülüyorum. Dünya hayatında Allahtan başka hiçbir efendi tanımadan yaşamak gerektiğini söyleyen bu sure, onu hayatı boyunca tekrar tekrar okuyanlar için aslında hiçbir anlam taşımıyor. İnananlar bunu bir tekerleme haline getirmiş, namaz ritüellerinde tekrar edip duruyorlar. Tanıdığım hemen hemen hiçbir inanan bu surenin anlamını dahi bilmiyor. Kaldı ki üzerine düşünsün, ders çıkarmaya çalışsın. Sadece bu surenin mesajını bile anlamış olsalar, öcü gibi korkmaları gereken şeyin domuz eti ya da rakı olmadığını anlarlardı. Bu insanlar doğru yolda olduklarını, ahirette nimete erenlerden olacaklarına inanıyorlar. Eğer bu kitap hak ise, ne büyük yanılgıda olduklarını acı bir azapla öğrenecekler.

Kitap hak ise, galiba ben de onlarla birlikte gazaba uğrayanlardan olacağım. Ancak cehennemin ateşiyle kavrulurken, “Gavs’ın evlatlarına, onların evlatlarına kulluk etmek bize farzdır” diye böğüren şeyhin benden daha fena yandığını görmek bir nebze ferahlık verebilir.


7 Kasım 2023 Salı

04 - Müddesir Suresi

1-7. ayetler arasında Muhammet’e sesleniliyor. Belli ki yılgınlık içinde, mücadele edemiyor. Bir önceki sure olan Müzzemmil Suresinden yaptığım çıkarıma göre; hem çağrısına pek katılan yok, hem de katılanların arasında bazılarının mücadele azminden memnun değil.

Örtülere bürünmüş, bir köşeye çekilmiş. Verilen görevi yerine getiremiyor. Hatta depresyon içerisinde, üstüne başına bile dikkat etmiyor. Allah da iyi bir motivasyoncu olarak duruma el koyuyor, kalk, temizle giysilerini ve kendine gel diyor. Sabırlı olması emrediliyor.

Okuldaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarımızda Muhammet’in karakterinden bahsederken, davasının yılmaz savunucusu olduğu geçiyor. Yani kendisi mücadelesinden asla vazgeçmezmiş. E ben burada vazgeçmiş birisini görüyorum.

6. ayet ilgi çekici. “yaptığın iyiliği çok bularak başa kakama” diyor. Bunu genel olarak insanlara demiyor, peygambere diyor. Daha sonra da karakterinde düzeltmelere gidecek. Yani peygamber öyle eksiksiz biri değil. Allah ona da amiyane tabirle ayar veriyor. İleride göreceğiz, tehdit de edecek. Demek istediğim, anlatılan mükemmel peygamber Kur’an’da hiç de mükemmel görünmüyor.

8-10. ayetlerde kıyametten haber veriyor. Çok zor bir gün olduğunu, küfre batmışlar için daha da zor olduğunu söylüyor.

11-25. sureler arasında özel birinden bahsediyor. Ona hesapsız mal verilmiş, oğullar verilmiş, imkanlar sunulmuş. Tüm bunlardan sonra, bu kişi hırslanarak “daha, daha, daha” demiş. Bu kişi haliyle azmış. Ayetlere inatçı kesilmiş. Sonu iyi olmayacakmış.

Bu kişi ölçüp biçmiş, derin derin düşünmüş, ölçmüş biçmiş. Nasıl bir ölçü kullanmış? İkinciye kahredilip, yine soruluyor; “nasıl bir ölçü kullandı?” Bakmış, kaşlarını çatmış, arkasını dönmüş ve böbürlenmiş. Demiş ki: “bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil. İnsan sözünden başka şey değil bu.”

Bu kısmı okurken öfkeyi hissettiğime yemin edebilirim. Şaşkınlıkla birlikte gelen, insani bir öfke. “Nasıl olur böyle bir şey? Böyle olmamalıydı!” diyen birinin öfkesini.

Belli ki, bu kişi her kimse, sözü dinlenen birisi. Muhammet onunla müttefik olacaklarına inanmış. Belki de ortada gizli bir anlaşma bile vardı, bilemem. Ancak bu kişinin yalanlaması Muhammmet’i çok kızdırmış. Belki de bu kişi bir tuzak kurdu. Seni destekleyeceğim diye toplantıya getirdi ve orada kazık attı. Dediğim gibi, ne olduğunu, nasıl olduğunu bilemem.

Bildiğim şu, her şeyi bilen bir tanrı böyle tuzağa düşmezdi. Nasıl bir ölçü kullandığını da bilir, bunun nasıl olduğunu sorgulamak yerine, anlatırdı. “Şu ölçüyü, bu nedenle kullandı, bu yüzden de yanlış hüküm çıkardı.” Kişinin inkarcı olacağını önceden bilir, hatta belki bildirirdi. Sıklıkla göreceğimiz gibi her şeyi bilen tanrı, hep olaylar yaşandıktan sonra yorum yapacak.

Eğer kişinin ölçüsü Kur’an’ın Rabbi’nin her şeyi önceden bilememesi ise, çok da yanlış bir ölçü diyemeyeceğim.

Tabii ki bu kişi cezalandırılacak. 26. ayette söylediğine göre Sekar’a atılacak. Azap dolu deriyi kavuran bir şeymiş. Cehennem ateşi diyebiliriz. Üzerinde 19 varmış.

Bu sayılarla yapılan bir sembolizm varsa bile bende bu sembolleri çözecek anahtar yok. Sure şu ayetle devam ediyor:

Biz, cehennem yaranını meleklerden başkası yapmadık. Ve biz, onların sayılarını da küfre sapanlar için bir fitneden/bir imtihan aracından başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık bilsinler. İman etmiş olanların da imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da; “Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor?” desinler. İşte böyle, Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbi’nin ordularını ancak O bilir. Bu, insan için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka bir şey değildir.(74/31)

Hem öğüt verici ve düşündürücü diyor, hem de “Allah neyi örneklendirmek istiyor” diye kafa yoranlar için kalplerinde hastalık olanlar diyor. Ortada çeviri hatası da yok. Farklı müelliflerin çevirilerinde de durum aynı. Burada bir çelişki yok mu?

32-33-34. ayetlerde sırasıyla Ay’a, geceye ve gündüze yemin ediliyor. Sonra 35. ayette “ki, o gerçekten en büyüklerden biridir.” deniyor. Neyin en büyüğü? Hiç belli değil.

Devamında; insan için bir uyarıcı olduğu, sizden öne geçmek için, yahut geri kalmamak isteyen için. Anladıysanız uyun buna, iyi bir şey gibi duruyor. Dediğim gibi bu kısımdan ben hiçbir şey anlamadım.

38. ayette “her benlik kendi kazandığının karşılığıdır” deniyor.

Ancak uğur ve bereket yarını ayrı, deniyor bir sonraki ayette. Onlar bahçede birbirlerine soruyorlar, suçlular hakkında: sizi neden Sekar’a attılar? Cevap da: “namazı/duayı yerine getirmedik yoksulu yedirip doyurmadık”,oluyor. Boş lakırtılar yapıyorlarmış. Din gününü yalanlıyorlarmış. Nihayetinde tartışılmaz ve karşı çıkılmaz bilgi önlerine gelmiş. Şefaatçilerin şefaati artık onlara yarar sağlamazmış.

Kur’an sık sık ahirette olacak konuşmalar hakkında bilgi veriyor. O kadar uzak gelecek hakkında konuşmalar kelime kelime aktarılıyor ama şu ölçen ve yalanlayanın, bu şekilde davranacağının haberi, neden önceden verilmiyor?*

Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren kitaptan yüz çeviriyorlar? (74/49)

Çok basit bir cevabı bu sorunun. Kitabın yukarıdan, Allah katından geldiğine inanmıyorlar.

İçlerinden her kişi de istiyor ki, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin.(74/52)

Estağfurullah. İlahi kattan kendime özel sayfalar istemiyor ve beklemiyorum. Ancak kendi anladığım dilde, kendi kullandığım kavramlar üzeriden gelecek bir açıklama hiç de kötü olmazdı. Bu kitabı ancak aracı vasıtasıyla okuyabiliyorum. Birilerinin çevirdiği cümle ve kelimeler üzerinden. Üstelik çevirenler de farklı farklı çeviriyorlar. Kime nasıl kesin olarak güvenebilirim ki? Hem de vaat bu kadar keskinken! Yanlış olana uyarsam, Sekar var işin sonunda.

Sorun sadece dilde de değil. Dönemsel de sorunlar var. Şefaat nedir mesela? Bundan hiç bahsetmeden, şefaatçilerden bahsediliyor. Belki bu kavram kitabın geldiği dönemde ve toplulukta oldukça bilinen bir anlam taşıyordu ama artık öyle değil.

Bu karmaşalardan kurtulmak uzun uğraşlar gerektiriyor. Bu çabaları harcamak, yaşadığım zamanda başka şeylerden geri kalmamıza neden olur. Arap Dili Filolojisi ve Etimolojisi ile mi uğraşalım, kirayı mı ödeyelim diye bir seçim yapmak zorunda kalıyoruz. Hadi çok çalıştık, her ikisini de yaptık, bu sefer hayatı yaşamaya zaman kalmıyor. Harcanan emeğin karşılığının verileceğinin garantisi de yok. Hatta, bu emek karşılığında satın alınan şey, başka bir dinin Sekar’ı da olabilir!

Neden ben bu kadar uğraşmak zorundayken, yanında her şeyi açıklayan peygamberler olan ve onlardan dinleyen adamlar bunlarla uğraşmıyor? Neden Firavun gibi, İbrahim Kavmi gibi insanlara ayetlerin hepsi mucizelerle gösteriliyor da, bana kendi dilimde, çağdaşım olan bir kitap bile verilmiyor?

Hadi diyelim, bizim emeğimiz daha fazla, o yüzden cennette çok daha ödüllendirileceğiz. Bu sefer de, bu emeği harcamak zorunda olmayanlara, cennetin o üst katlarına ulaşma imkanı tanınmamış oluyor. Nasıl bir ölçü kullanılacak da bu duruma bir çözüm bulunulacak?

Öğüt verip düşündüren kitap... Evet, içinde çok güzel, çok doğru öğütler barındırıyor ve evet, düşündürüyor. Ancak bu düşüncelerin vardığı yer inancın lehine değil, aleyhine oluyor.

Hayır, öyle şey olmaz! Doğrusu şu ki, ahiretten korkmuyorlar./74/53)

Hayır, korkuyorum. Sadece ahiretten değil, yanılıyor olmaktan bile korkuyorum. En çok da allahsızlıktan, başıboş olmaktan korkuyorum. Dualarımı duyan olmamasından korkuyorum. Geceleri yatarken oğlumu gözeten, onu koruyan, başına olmadık işler gelmesini engelleyen bir Allah olmamasından korkuyorum. Tüm bu evrenin, anlamsızlığın sonsuz okyanusu olmasından korkuyorum. Tabii ki, ölümden sonra sonsuz azapla cezalandırılmaktan da korkuyorum. Bu yüzden inanmak için uğraşıyorum ama olmuyor işte. Bu kitap beni imana götürmüyor, aksi yöne akıntıyı şiddetlendiriyor.

Allah’ın sakındırmaya ve affetmeye ehil olan olduğunun söylenmesiyle, sure sona eriyor.



*Bu sorunun cevabı, Zion’un Neo’ya gelene kadar bilmem kaç kere yok edilmiş olması olabilir. Belki de biz, ilk değilizdir. Büyük ihtimalle değilizdir.

23 - Necm Suresi

Yemin kısmını doğrudan yazıyorum: Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza / fışkırıp çıktığı zaman çimene / süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldız...