10 Mayıs 2024 Cuma

23 - Necm Suresi

Yemin kısmını doğrudan yazıyorum:

Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza / fışkırıp çıktığı zaman çimene / süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldızı’na / aşağı indiği zaman o parçalar halindde ağır ağır gelene,

Arkadaşınız Muhammet ne saptı, ne de azdı! Vurgu arkadaşınız denmesinde. Yani sure inanmayanlara değil, inananlara hitap ediyor. Anlaşılan Muhammet’te sapma ve azma suçlaması kendi arkadaşlarından gelmiş.

Muhammet bir şey görmüş, arkadaşlarına da bunu söylemiş. İşte sapma suçlaması bundan kaynaklanıyor. Ne gördüğünü iddia etti tam belli değil ama gördüğü şey surenin 18. ayetinde: “Yemin olsun ki, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü” diye nitelendiriliyor.

3. ayetten itibaren sözlerinin keyiften ve kuruntudan kaynaklanmadığını, vahiyden kaynak aldığı söyleniyor.

Demek ki çevresindekilerin en azından bir kısmı, keyfine göre konuştuğunu söylemiş. Ne garip, daha önce ki bir ayette, “yanlarında kitap var da istediklerini oradan keyiflerine göre buluyorlar mı?” denilerek Mekkeliler suçlanmıştı. Şimdi benzer bir suçlama peygambere yapılmış.

11. “ayette, kalp yalanlamadı gördüğünü” diyor. Bu bir mecaz değil. Kalbin görmesi, düşünmesi, yalanlamaması... Modern tıptan önce kalbe böyle hiç de işlevi olmayan işlevlerin yüklenmesi oldukça yaygın bir inanıştı. Beynin işlevlerinden bir kısmı kalbe yükleniyordu. Aynı anlayış burada da var.

Benim aklım dini kesinlikle reddediyor ama bir kısmım da inanmayı hala deli gibi istiyor. İşte böyle durumlar için “kalbinde var” gibi ifadeler kullanılıyor ancak tamamen yanlış. İnanmayı köpek gibi isteyen parçam da beynimde bir alanda bulunuyor. Bir yaratıcının olmasını istemem tamamen akılcı isteklere dayanıyor da, onu sonra konuşuruz.

14. ayette son sınır ağacı, Sidret’ül Münteha diye bir şeyden bahsediliyor. Muhammet’in gördüğü her ne ise, bu ağacın yanında görmüş. O vakit, Sidre’yi kuşatıp saran, kuşatıp sarıyormuş. Gördüğü bu mu yoksa bu bir zaman ifadesi mi tam belli değil. Sığınılacak bahçe de bu ağacın yakınındaymış.


Bahsedilen Sidret’ül Münteha nedir, bilinmez. Ancak mitolojik bir anlatı olduğu tahmin edilebilir. Zaten Surenin başında edilen yeminde geçen Ülker Takımyıldızı da mitlerde karşımıza sık sık çıkar. Buradan hareketle, daha önce de anlatılmış, mitlerle alakalı, inanması çok zor bir şey olduğunu düşünüyorum. Yanındakiler bu anlatıya inanmayıp suçlamalarda bulununca, Allah yardıma gelmiş ve bu surenin bu kısmını indirmiş gibi.

Arkadaşlar, konunun bizimle alakası nedir?



19.-24 arasında arasında meşhur putlar Lat, Uzza ve Menat yalanlanıyor. Bunlar hakkında hiçbir delil indirilmemiş. Arapların atalarının uydurduğu, hoşlandığı şeylermiş. Masalmış yani! Ne ilginç, benzer şeyler günümüzde şimdi İslam için söyleniyor. Bir inanç, asla kesin delillere dayanamayacağı için, her inanç için, bir diğerinin temsilcileri “kanıt yok!” diyebiliyor.

Evet sevgili inananlar, siz her ne kadar aksini iddia etseniz de, inandığınız dinin tek gerçek din olduğuna dair, Muhammet'e gerçekten vahiy geldiğine dair hiçbir kanıt yok. Baksanıza, arkadaşları bile onu keyfince konuşmakla suçlayabilmiş. 

İnsan için her özleyip hayal ettiği var mı acaba?(53/24)

Bunun retorik bir soru olduğunun farkındayım ama çok da güzel bir umut. Yani, doğrudan yok dememesi. Belki de başka bir düzlemde her hayal gerçektir, biz onu hayal ederken yaşanıyordur.



26. ayette göklerde bir sürü melek var ama şefaatleri hiçbir işe yaramaz, deniyor. Yani o meşhur af kapısı bir anda kapatılıyor. Sonra ise “Allah’ın dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.” denilerek kapatılan kapı bir miktar aralanıyor. Böylelikle kapı sadece şefaate değil, panteona da aralanmış oluyor.

Ahirete inanmayanlar meleklere dişi isimleri takıyorlarmış. Bizden bahsetmiyor, o dönemde böyle insanlar varmış. Cidden çeşit çeşit insan var. İnanmayacaksan, hiç birine inanma! Meleğe inanıp, ahirete inanmamak nasıl bir manyaklık? Hem bu din olaylarında en inanılası, en bizim çıkarımıza olan şey ahiret değil mi? (İş sonunda Anunakilere falan varacak.)

Onların bu konuda bir bilgisi yokmuş.

Bence akılları da yokmuş. Saçma sapan şeyler uydurmuşlar. Allah da bu görüşümü “yalnızca sanıya uyuyorlar” diyerek doğruluyor. O sanı da hiçbir şey kazandırmazmış. Bu dangalaklar ilimden de ancak bu kadarına ulaşır zaten.

27-30 arasındaki bu anlatı, zannı gerçek gibi belleme olayı, günümüzde inanmayanlardan ziyade, çeşitli versiyonları ile inananların yaptıkları bir şey. Bazı çılgınlar seks fantazilerini, gidip gördükleri cennet gibi anlatıyorlar. Ben inanmamama rağmen “ya gerçekse” diyip Allah’tan korkuyorum, bunlar da hiç korku yok. Tıpkı bu surede anlatılan dangalaklar gibi, her şeyi bildiklerini iddia ediyorlar. Hem kitabın Rabbi, hem de ben bu tipler hakkında aynı şeyi söylüyoruz. Hiçbir şey bilmiyorlar!





Göklerde ve yerde olan ne varsa, hepsi Allah’ınmış. Bunun nedeni de, kötüleri cezalandırması, iyilikleri ödüllendirmesiymiş.


Şimdi iyi tar
ifi geliyor: “...günahın ve iğrençliklerin büyüklerinden kaçınırlar. Bazı küçük dil sürçmeleri hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır...(53/32)” 

Ayetin devamında bizi topraktan oluşturup ana karnında cenin olarak bulunduğumuz zamandan beri en iyi tanıyanın O olduğu söyleniyor. O halde kendinizi temize çıkmış göstermeyin, kimin takva sahibi olduğunu bilen O’dur, deniyor.

Surenin başındaki “Muhammt'e inanmama ve onu sapkınlıkla suçlama” olayının etkisini bu ayette de görüyoruz. Affedicilik vurgulanırken, neyin ne olduğunu da biliyorum, diyor. Grup içi disiplin sağlama çalışması gibi dursa da, alıntı yaptığım kısım benim gibilere umut oluyor. Şu yazdıklarımda bazen “günah” olabilecek şeyler oluyor, ancak iğrençliğin büyüğü de denilemez. Benim durumum affedilebilir gibi geliyor. Gerçek olsun da, ben biraz cezaya da razıyım.





O geri döneni gördün mü?

Eyvah, birileri dinden dönüyor. Paniklemeyin, o zaten çok az vermiş, sonra inatla sıkıca tutmuş. Yani zaten pek faydası yokmuş. Gaybın bilgisi de onun yanında değilmiş.

Geldik yine gaybın bilgisine! Allah, gaybın bilgisi için benim yanımda diyor ama pek paylaşmıyor. Yine olay olduktan sonra bir açıklama. Önceden şöyle olacak deyip de hazırlamıyor müminleri, sonradan “sorun değil, zaten şöyle böyle” diyor.

O gidene, Musa’nın ve İbrahim’in sayfalarındakiler haber verilmemiş mi? (Galiba giden kişi Yahudi)

Gerçek şu ki, hiçbir günahkar bir başka günahkarın yükünü sırtlayamaz.(53/38)

Suçun bireyselliği ilkesi gelmiş gibi görünüyor. Ancak ileride bu ilkeye aykırı ayetler de maalesef göreceğiz.

İnsan için kendi çalışmasından başkası yokmuş ve o ismi lazım değilin edindiği de yakında görülecekmiş.

Sizce de biraz uzamadı mı bu ismi verilmeyene olan söylem? Sanki sinirlenilmiş, söyleniyor söyleniyor da, hırsını alamıyor. Kafanızdaki Allah ile bu tutum uyuyorsa, sorun yok. Benim işte buralarda imanım sarsılıyor. Allah, olacağını bildiği bir olay gerçekleştiğinde böylesine sinirlenmez.





Dönüş tabii ki rabbimizeymiş. Güldüren-ağlatan, öldüren-dirilten, iki çifti erkeği-dişiyi yaratan, zenginlik veren, nimete boğan, şuurlandıran, O’ymuş.

Bu özellikler sayılırken arada “Meni haline atıldığı zaman bir spermden(23/46) Hiç kuşkusuz, o ikinci oluşum da O’nun işidir.(23/46) ifadesi geçiyor. Ne demek istediğinin anlamadığım için özelliklere yazmadım ve yorum da yapmayacağım.

Bir de benim “şuurlandırma” diye yazdığım özelliği “Şi’ra yılzdızının rabbi de O’dur.” diye geçiyor. Ben taksim işaretinden sonra verilen anlamı yazdım. Ancak surede çok fazla mitolojik öge olduğunu düşünürsek bu şuurlandırma anlamı çevirisini kullandığım Yaşar Nuri Öztürk’ün bir çıkarımı olabilir.





Ad, Semud, Nuh kavimleri yok edilmiş. Çünkü azmışlar! Kentleri yere geçirilmiş, sarıp dolanan, sarıp dolanmış.

Muhammet de ilk uyarıcılar gibi bir uyarıcı. Yaklaşmakta olan da yaklaşmış, onu Allahtan başka kaldıracak, kimse de yokmuş.

Başa dönüyor ve artık her ne dediyse Muhammet, o sözden mi hayrete düşüyorsunuz diye soruyor. Hayretten beteri, gülmüşler, ağlayacakları yerde! Kibirlenip kafa tutarak sersemce somurtmuşlar. Ve inanır mısınız, hiçbirinin kafasını kesen olmamış! Vallahi bak, peygamberin yüzüne karşı onunla ve söyledikleriyle dalga geçilmiş, ancak kafalar yerinde kalmış. Dayak bile atılmamış. 

Ya bugün, bu gülmeyi, kafa tutmayı bırak peygamberi, en dandik tarikatın şeyhine yapsan kafanı keserler. Olmadı kırarlar. Üzüldüm şimdi Muhammet’te, ne dik başlı cemaati varmış.

Son ayette Allah için iş yapın deniliyor ve bitiyor.

Bitirmeden genel bir değerlendirme yaparsak, suçun bireyselliği ilkesi ve Allah’ın affediciliğinin vurgulanması, dışında, bu surede günümüz insanının geneli için pek bir şey yok. Arapçası okunurken ağlayıp dövünenlere selam olsun! Siz cennete, ben zebanilere, öyle mi?


7 Mayıs 2024 Salı

22 - İhlas Suresi

De ki, Allah Ahat(Ahad), Tek ve Samet’tir.(Samed)

Ahat parçalanamayan, bölünemeyen, kısımlara ayrılamayan demek. Bu söylemin kuantum fiziği ile falan alakası olduğunu sanmıyorum. Baktım, kimse de parçacıklı olmama muhabbetinden bu sureyi kuantuma falan bağlamamış. Açıkçası biraz hayal kırıklığına uğradım. O kadar fizik ve İslam aynı şeyi söylüyor demeye çalışan nevhoca var. Nasıl kaçırırlar bu anlatıyı? 

Bir tık konu dışına çıkıp bilimsel gerçekler için "aha bak bu surede yazıyor bu" diyenlere iki kelam edeyim. Arkadaşlar bilgi zaten herhangi bir şekilde bir yerlerde yazıyor. Onu okumak, keşfetmek sadece bir başlangıç. Asıl olay o bilgiyi kullanacak alt/üst/nekarınağrısıysa bir yapıya sahip olmanız, keşiften bir icat çıkarmanız. Kuru keşfi neyleyeyim ben? Yerçekimi varmış, eeee bana ne bundan. Eğer yörüngeye uydu oturtamıyorsak, kime ne kütle çekim kanunun formülünden. 

Bir de nedense hep bulunmuş bilimsel gerçekleri yazıyor. Hani bilimden önce falan konuya açıklama getirmiyor. Bin yıldan fazla "kulhuvallahu ehad" dendi ama kimsede buradan yolca çıkıp kuantum yollarına girmedi. Hep birileri yola girdikten sonra "ahan da burada yazıyor" dendi, deniyor. Gerçi Allah da kitapta aynı şeyi yapıyor. İnkar edecek olanın, inkar edeceğini söylemiyor da, olay gerçekleştikten sonra inkar edene kızıyor. 

Konuya geri dönelim.

Burada söylenmek istenen muhtemelelen tek olan Allah’ın farklı özellikleri, farklı tanrı suretlerinde ortaya çıkmaz demek istiyor. Muhtemelen baba-oğul-kutsal ruh aslında birdir, diyen, bazı Hristiyan öğretilerine cevap veriyor. Bence de haklı. Öyle farklı form ve halleri olan Tanrı mı olurmuş! 

Samet, her türden dua ve şükranın yöneldiği eşsiz varlık anlamına geliyor. Yanında yamacında altında üstünde başka yakarılacak, el açılacak kudret sahibi yok. Türbelerde üç kulu okumaya devam mı? Allah'ın altına ölmüş ya da yahatta olan bir sürü yakarılacak, el açılacak tanrıcık yerleştirmeye devam mı? 

              Ne doğmuş, ne doğrulmuş. Dengi ve benzeri yokmuş. Olmamış, olmazmış. 

Surenin özeti la ilahe illallah oluyor. Seviyorum böyle mesajını net ortaya koyan sureleri. Buddur, budur, böyledir diyor. Yormuyor. Evrenselliği de yakalıyor. Allah bugün de bir, altında dün de ilahçıklar yoktu, hiçbir zaman üç aylık zırlayan bir bebek olmamıştı, yarın da eşi benzeri olmayacak!

Zaten eşi benzeri olsaydı, aralarında bir çekişme olurdu ve biz de bunun etkilerini bir şekilde yaşardık. Ortam fantastik kurgu eseri gibi olurdu. Sanki bir tık daha eğlenceli gibi duruyor ama sonucu da belli. İkiden biri yok olana kadar süren acı, ızdırap, göz yaşı. Tabii ki soykırım. Hatta tür'kıyım.

Dev hizmet; Netfilix'e satmalık dizi: Neandertaller aslında başka tanrının yaratımları ve bizim ki ile mücadeleyi kaybetti. Kaybetti mi yoksa sahte bir geri çekiliş miydi? Yer altından saldırıya geçen iki Neandertal kablesi dünya da dengeleri değiştiriyor. İçine bu Avrupadaki maniheizmin ikililik inanç sistemini, çeşitlilik katmak için İran zerdüştlüğü ile karıştırarak yedir. Bol entrikalı, inanç sorgulu, eşcinselli ve sığ sorgulamalı dizi hazır. Beni arayın. 

Haydi babay. 

23 - Necm Suresi

Yemin kısmını doğrudan yazıyorum: Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza / fışkırıp çıktığı zaman çimene / süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldız...