5 Kasım 2023 Pazar

02 - Kalem Suresi

Sure kaleme ve yazanın yazdığına yemin ederek açılıyor. Yazının temel amacı saklamaktır. Bilgiyi saklamak. Üzerine yemin edilen, bir diğer ifadeyle şahit gösterilen şey saklanmış bilgidir. Surenin ilerleyen kısımlarında bilginin kaynağı sorgulanacak. Başlangıcın bu yeminle olması bu yüzden olsa gerek.

İkinci kısım 2-9. ayetler arası herhalde doğrudan Muhammet’e sesleniliyor. Kendisini cinli olmadığı, onu cinlerin yoldan çıkarmadığı söylenmiş. Belli ki tebliğe başladığında bununla suçlanmış. Kimin doğdu yolda olduğunu, doğru bilgiye sahip olduğunu bilen Allah imiş.

Muhammet’e cinli diyenlerin şehrin / devletin ileri gelenleri olduğunu da 9. ayetten anlıyoruz. Onlar istemişler ki, Muhammet onlar ile uzlaşsın. Söylemlerini tespit edilecek ortak çıkar üzerine söylesin, böylece herkes kazansın. Muhammet buna uymamış, itaat etmemiş.

Hep dinlerin öncelikle fakir ve güçsüz olanlarca kabul edildiği söylenir ama burada olan en güçlülerin İslam’ın potansiyelini daha yolun başında görmeleri. Deli deyip bir köşede kendi haline bırakmamışlar. Muhammet ile uzlaşmak istemişler. Elindekini belki de Muhammet’in kendisini kullanmak istemişler. İşin garibi, bu adamların çocukları peygamberin kurduğu devleti yönetecekler. Hatta içlerinden birinin torunu, Muhammet’in torununun kafasını alacak.

10-13. ayetlerde itaat edilmemesi gerekenlerin listesi veriliyor.

  • Çok yenin eden

  • Bayağı-alçak

  • Alaycı

  • Gammaz

  • Laf taşıyan

  • Hayrı engelleyen

  • Saldırgan

  • Günaha batmış

  • Kaba / obur

Buraya kadarına bir şekilde tamam olsam da, son madde beni oldukça düşündürüyor.

  • Soyu bozuk!

Bu ifadeyi iki türlü görebilirsiniz.

İlki babası / dedesi suça bulaşmış kimse. Bunun tohumundan da hayır gelmez der, lafına itaat edilmez dersiniz. Böylece suçun bireyselliğini reddedersiniz. Hatta toplum içinde dışlanmış zümreler oluşturursunuz. On – on beş nesil sonra da zulme uğrayan bu zümreye peygamber gönderir onları kurtarırsınız.

Soyu bozuk için ikinci anlamımız soylu olmak durumundan yoksun olan. Yani Allah’ın ön gördüğü toplum düzeninde, soyu kuvvetli olanlar yöneticiler olmalı. Sahi acaba kalemle yazanların, yazdıkları arasında soy kütükleri de var mı? Muhammet soylu mu? Cevabı biliyorsunuz. Bilmeseniz bile artık tahmin edebiliyorsunuz.

Bir soru daha soralım. Acaba Muhammet ile anlaşmak isteyen Mekke ileri gelenlerinden kaçı Muhammet kadar soylu?

Benim öyle en doğruyu bilme, tek gerçek bilgiye sahip olma gibi iddialarım yok ama insanlara kime itaat etmemeleri konusunda galiba daha iyi bir tavsiyem var. Kimseye itaat etmeyin. İtaat edeceğiniz şey fikirler ve ilkeler olsun.

Bu itaat edilmemesi gerekenler güç sahibi olmuş da ne olmuş? Bunlara ayetler okunduğunda “daha öncekilerin masalları” derlermiş.

Bu en anlamadığım kısımlardan biri. Hem Allah’ın en baştan beri peygamberler yoluyla insanları tek din ile nimetlendirdiğini söylüyor, hem de daha öncekilerin masalları tanımlamasına kızıyor. Masal tanımlamasına kızması tamam da, buna bir cevap bile yazmıyor. “İşte onlar bu kadar salak, zaten onları şöyle cezalandıracağım böyle cezalandıracağım” diyor. Tabii belli bir müddet sonra!

Hayır çünkü bu basit bir lakırdı da değil. Bin beş yüz yıldır söylenen bitmeyen bir iddia. İnsanın bilgisi arttıkça da güçlenen bir iddia. Ben öyle Mezopotamya kültürü bilgini değilim ama ben bile ilk surede benzerlik gördüm. Bu iddianın olduğu Kur’an da defalarca tekrarlanacak ama asla tatmin edici bir cevap verilmeyecek.

Halbuki hemen ardından, “evet Allah eskiden de bunları insanlara bildirdi ama onlar bu bilgiyi yozlaştırdılar” dense olacak. Hayır, hemen tehdit ediliyor, o tehdit de bir süre sonra gerçek olacakmış. Ne kadar sonra olduğunu sadece Allah biliyor. Bekliyoruz, hala göklerden güçlü titreşimli bir ses inmedi

Sahi bu eskiden de anlatılan İslam’ın bilgisi, kalemle yazılarak sıkıca korunsaydı ya! Böylece kimin kimi kaynak alıp din kurduğu açık açık görülürdü.

17-32. ayetler arasında ilk kıssamız yazılı. Bahçe Sahipleri. Galiba şehrin / köyün ortak bir bahçesi / tarlası varmış. Bu arkadaşlar ertesi gün hasada gitmek için anlaşmışlar. Herkes gelecek, kimse geri kalmasın denmiş. Yola çıkmadan da “inşallah yoksul falan yanımıza gelip pay istemez” diye konuşmuşlar.

Tabii olanlar önceki gece olmuş, Allah tarafından yollanan afet, geride ne bahçe bırakmış, ne mahsul. Bunlarda bahçenin halini görünce, hatalarını şıp diye anlamışlar. Lanet olsun bize, biz Allah’ı hiç anmadık, yüceliğini övmedik, bu başımıza gelen ondandır demişler. Sonra da daha hayırlısını isteyerek Allah’a yakarmışlar. .

Bu arada bu kıssanın benzerlerini de öncekilerin masallarında bulabilirsiniz.

Özetle alınacak ibret; insan ne kadar mal mülk sahibi, güçlü de görünse, Allah karşısında çaresizdir. Allah’ı anıp yüceltmezseniz, başınıza her türden felaketi salabilir. Ancak salmaya da bilir. Belirsiz, neyi ne zaman yapacağı bilinmez.

İyi de böyle bir Allah, Zeus’tan falan çok farklı gelmiyor bana. Daha çok yaşanan felaketi anlamlandırma çabası. Yani tarla yok olduktan sonra söyleniyor bunlar. Aralarından kimse de çıkıp, “arkadaşlar öyle ise bu felaket neden geçen sene olmadı?” biz geçen sene de Allah’ı anmadık, yüceltmedik” demiyor.

Yani bildiğiniz deprem olduktan sonra “Allah belamızı verdi” durumu bu kıssa.

Mesela deprem felaketinden de böyle kurtulmak mümkün mü? Allah’ı tespih etsek, deprem olmaz mı? Sel olmaz mı? E olur. Demek ki Allah’ı tespih etmek amaç değil, araç olmalı. Allah’ı anıp, doğruya kılavuzlanmak istenmeli.

33. surede ilk defa ahiretten bahsediliyor. Oradaki azabın dünyada yaşanan bu felaket durumlarından bile beter olduğu söyleniyor. 34-35’te takva sahiplerine ise cennet müjdeleniyor. Ödüllendirilecekleri söyleniyor.

36-45. ayetler arasında Mekke’deki dinin sahiplerine bilgilerinin kaynağı soruluyor. Yanınızda bir kitap mı, ahit mi var? Yoksa ortaklarınız mı öğretiyor size? Bunların olmadığı keyiflerince yönettikleri, işlerine geldiği gibi davrandıkları söyleniyor. Var mıymış aralarında bir bu uygulamalara bir kefil? Yok tabii. 42-45 arasında Allah yine tehdit ediyor. Beklemedikleri yerden yakalayacağını söylüyor.

46. ayet ilerideki surelerde yine göreceğimiz bir şey. Muhammet’in ya da diğer peygamberlerin insanlardan ücret istemediği yönünde. Ancak başlarda sık tekrar eden bu söylem, sonlara doğru, Yesrip’te devlet kurulduktan sonra terk edilecek. Çünkü kendi adına olmasa da, Allah adına insanlardan para isteyecek. Hatta bunu zorunlu kılacak. Zekat dendiğinde günümüz insanlarının anladığı zenginin malının bir kısmını fakire vermesi. Ancak o dönemde zekat devlet tarafından toplanır ve ihtiyaç sahibine ulaştırılırdı. Bu işle uğraşanların da toplanan zekattan ücretleri ödenirdi. Açıkça kitapta yazıp hükme bağlanmış bir konudur, oraya gelebilirsek tekrar bahsederiz.

47. ayette tekrar Mekkelilerin bilgi kaynağının sorgulanmasına dönüyor ve soruyor. “yoksa gayb, yanlarında da oradan mı yazıyorlar.?”

Gaybın onların yanında olmadığı çok açık. Bilselerdi olacakları, en baştan Muhammet’e katılırlardı. Ancak gaybın Muhammet’in yanında olmadığı da çok açık. Bilseydi torununun kafasını keseceklerini, yaşatır mıydı Ebu Sufyan soyunu?

48-52. ayetler arasında ilk peygamber kıssamızı da alıyoruz. Aslında kıssa demek doğru mu bilemedim, oldukça kısa bilgi verilmiş. Yunus peygamber, diğer namıyla balık sahibi. O öfkelenmiş ve Allah’a karşı isyan etmiş anlaşılan. Şöyle geçiyor; “artık, Rabbinin hüküm vermesi için sabret! Balığın dostu gibi olma! Hani o öfkelendirilmiş bir halde yakarmıştı.”

Sonrasında Allah onu nimetlendirmiş ve bu kötü yoldan dönmüş. Onu seçmiş, yüceltmiş ve barış sevenlerden eylemiş. O dönemin güç sahipleri, ona da cinli demişler.

Buradan anlayacağımız, peygamber olacak bile olsanız, gün gelir, sinirlerinize yenilir ve isyan edersiniz.

Son ayette Kur’an’ın sıkça tekrarlanacak olan özelliği ilk defa söyleniyor. O, alemler için bir öğütten başkası değildir.

Yani Kur’an bir anayasa değildir. Ceza hukuku kitabı değildir. Doğruya ulaşmanın tek yolu da değildir. Doğruya götüren bir öğütten başkası değildir.

Evde duvara asılacak bir süs eşyası hiç değildir!

Bitirmeden bir lakırdı daha edeceğim. Ben okuduğunuz bu yazıyı kalemle yazmadım. Bu bilgimi tablete, kağıda da aktarmadım. Kağıt, kalem çok uzun süre en yaygın yazı araçları oldular. Muhammet’in yaşadığı dönemde de öyleydiler. Bu durum, ne yazı bulunduğunda öyleydi, ne de şimdi öyle. Bu surenin başında olduğu gibi yazılanı, sadece kalemle yazılan olarak tanımladığımızda, öncesini ve sonrasını bilmiyorsun diyen olacaktır. Ben evrenselliği bu kadar basit bir yerde aramıyorum ama arayan olacaktır. Kur’an’a buradan yüklenen elbet vardır. Sadece yazılana dense, bu saldırının önüne geçilmez miydi?

Acaba bu kitap, sadece kalemle yazan bir topluma mı gönderildi?

Bir de, yazının ve kaydın önemini biliyor. Allah sonuçta, her şeyi biliyor. Kaydın çok zor olduğu bir dönemde değil de, kayıt edilmemenin imkansız olduğu günümüzde neden gelemedi son peygamberi?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

22 - İhlas Suresi

De ki, Allah Ahat(Ahad), Tek ve Samet’tir.(Samed) Ahat parçalanamayan, bölünemeyen, kısımlara ayrılamayan demek. Bu söylemin kuantum fizi...